Yazacak çok şeyim, ama anlatacak çok az şeyim var. Çünkü sözcükleri söylediğim an artık benim olmayacak, bu yüzden kelimelerimi boşa harcayamam. Duygularımı, düşünceye çevirirken, hakkını veremem. Söyleyecek az şeyim, ama gösterdiğim çok şey var. Sana söylediğim her şeyde arama başka şey, sen sadece benim anlattığıma dikkat et. Gözlerime bakarsan, aslında görürsün teyidini. Kelimelerimi seçerken, onları azad eder gibiyim, bu yüzden zorla çıkıyor cümleler ağzımdan. Bu yüzden düşünerek konuşuyorum. Düşüncelerim, duygularıma ses olamaz, taşıyamaz hiçbir kelime zerre kadar duygumu.  Anlatamaz kelimeler gerçekte neler hissettiğimi. Sözlerimi duyduğunda altındaki derinliğe bak, kızgınlığımı kelimelere yükleyip salıverirken, sevgimden denize demir atıyorum. Gözlerim dolduğunda anla ki haykırarak ağlıyorum, duysan neye yarar ki? Ben bile duymak istemiyorum. Sevincimi kelimelere ödünç veremem, bir an olsun ayrı kalamam. Kalbimi sana tamamen açamam, gördüklerini anlar mısın, ya da görünene bakar mısın bilmiyorum. Şakalarım seni neşelendirmiyorsa, beni dinlemiyorsun, rahatsız oluyorsan sözlerimden, aslında artık bana katlanamıyorsun.

Ellerini sadece sen ağlarken tutabilirim, gülerken zaten hissedemezsin. Senin neşenin hemen gerisindeyim. Gözlerine baktığımda anla ki cümle eksik, gerisini sadece sen bil diye, gözlerimle söylüyorum. Bir şeye hayır derken aslında sana ne olur beni zorlama diye yalvarıyorum, bir şeyi bir kere isterken senden, aslında lütfen kabul et diye yalvarıyorum. Aslında ben kelimelerden zengin, ama cümlelerden eksiğim. Aslında seni söylediğimden çok, ama göründüğünden daha derin tanıyorum. Ağladığında yasladığın omuz olamam, çünkü ben de ağlıyorum. Seni teselli edemem çünkü senden daha çok üzülüyorum. Senden kaçar gibi görünsem de o an aslında üzüntümü gizliyorum. İçimi göstermiyorum diye kimse beni suçlayamaz, aslında herkesten çok gösteriyorum ama göremediğin için sana kızmıyorum. Her zaman benden kelimeleri beklemen, aslında senin sağırlığın. Bende gördüğün, benden duyduğun her şey aslında benim. Bazense gördüğün sadece küçük bir parçam. Derinliğimi görebilmen, bende senle ilgili bir şey aramadan bana baktığında mümkün. Benim için kendiliğinden bir şey yapıyorsan, yapılanı yıllarca, bana verdiği duyguyu sonsuza dek unutamam. Benim için ağlıyorsan, sen de artık ben gibisin, sen de artık her şeyimdensin.  Benim için seviniyorsan, artık sevincim daha çok, sonsuza dek bende yaşayacaksın.  Hatta an gelecek, mutluluğum sadece benim için sevinmen olacak.

Funda K. Bilgin

 

Saatlerimi verdim, önce uçurtma yaptım, düzgün olsun istedim eserim, bir uçurtma yaptım bahçede. Bütün çocukların en iyi dilekleriyle, en güzel benimki uçsun temennimle. Güzel bir bahar gününün ılık esintisine güvenip, beni de birazcık havalandırır mı diye içimden geçirip, çok güzel bir uçurtma yaptım abimle. Çıtalarından biri kırıldı önce, değiştirdik, telafisi olan bir şeydi, güldük geçtik. Baharın rüzgârına salıverdik, biraz koşturduk önce, ben tuttum uçurtmayı, arkamı dönüp koştum sonra bıraktım ellerimden, süzüldü kendiliğinden, sonra abim koştu geriye, hızlandı gitti ileriye. Göklere yükselirken uçurtmam, hayrandım artık ona, kanatları olmadığı halde uçuyordu havada. Salına salına uçtu yükseldi, ipini önce yavaş sonra hızlı bıraktık. Azad edilmiş bir kuş gibi göklere gidiverdi uçurtma, kuyruğu atın yelesi gibi titrerken, içimde heyecanı beni sardı. En yükseklere gitti uçurtma, hışırtısı duyulmaz oldu önce ve sonra zor seçebildik. En özgür oydu artık, hesapsız, kuşlar gibi hür.

Ellerimde yelesini tutar gibi sımsıkı tutunduğum ipleri, kimi zaman zorladı beni, yükseğe, daha yükseğe çıkmak için. O zaman ben oldum onu engelleyen, özgürlüğün bittiği noktaydı o an. Uçurtmam uçtu gitti, göklerde süzülürken o, ben yerdeydim, yine hayallerimle uçurtmamı bekledim. Gelip bana gökyüzünü anlatsın istedim, uçmayı, özgürlüğü, bulutları anlatsın diye bekledim. Güneşe doğru koşmayı, rüzgâra karşı durmayı, bazen de rüzgâra kapılmayı anlatsın istedim. Saatlerce uçurtmamı bekledim, sıkıca kavradım ipini, uçup gitmesinden korkarak, ona karşı durarak, özgürlüğü bana yeğlemesin istedim.

Bütün gün tek başıma, uçurtmamın gelmesini bekledim, hayallerimi hayallerine ekledim. Hürdü uçurtmam, şen şakrak kuşlar gibiydi. Dörtnala koşan atlar gibiydi. Bana özgürlüğü fısıldadı uzun uzun, kuşlarla dans etti, rüzgârla yarış etti ben onu izlerken. Uçurtmam uçtu gitti, arkasına bakmadan, gökyüzünde süzüldü gitti… Özgürlük, arkana bakmadan ileri gitmek demekmiş, bana bunu en iyi uçurtmam gösterdi…

Funda K. Bilgin

Kördüğümün içindesin, gitsen gidemezsin, kalsan kalmak istemezsin. Nefessiz kalırsın bir an, hayata dönemezsin. Seni bekleyenler olsa da, senin yine sen olup dönmeni bekleyenler olsa da, onlara gidemezsin. Nedensiz üzüntülerde gezinirsin, sebepsiz yere ağlarsın. Yapamazsın bir türlü, düzelip, eskisi gibi olamazsın. Hayata bakıp uzaklardan, gelmesini beklersin mutluluğun sana aniden. Yok mu dersin bir işaret, sana gelecek ve seni kurtaracak bütün bu zor günlerden. Düne döndükçe, yarından korkarsın;  gün ışıdığında, yeni günden kaçarsın. Ertelersin aslında her şeyi, küçücük de bir umut bekler seni yanı başında, onu görmeni, fark etmeni. Arkanı döndükçe senin önüne de çıkar, ısrar eder, hayatından bir türlü gitmez, gidemez, seni bekler. Umudu fark etsen de onu hayatına almaya korkarsın, umut etmekten, umudu beklemekten korkarsın. Yarına açılan sabahlara giderken, yanında zaten umut kendiliğinden olsun istersin. 

Nankörce de oluverirsin bazen. Bazen acımasız ama bir o kadar hayata karşı dirayetsiz. Ne zordur günü beklemek, uyumak ama uyurken korkmak yarından, her gelen günden çekinmek, korkak adımlarla yataktan çıkmak. Her gece başını yastığa koyduğunda, kederden yakıp kavrulmak. Zordur baharı beklemek, kışın ortasında karlarda, soğukta ayazda, zordur günleri saymak, bitip bilmezcesine ard arda ağırdan gelirlerken.  Düşünülenlerden sızanlar, duygularına gittiğinde, ne zordur kasvetten arınabilmek. Hayata duruşun kamburlaştığında, yenilmeye yüz tutmuşken sen, ellerinden tutan yoksa, ne zordur direnebilmek. Yaşama meydan okuyabilmek, hayatını geri alabilmek. Ne zordur yaşarken ölmek, zamanı da geri alamamak, o en sevdiğin anlara isteyince geri dönememek.Ne zordur hayat, mutluluğu köpükten, acısı asitten…Ne zordur hayat bazen sevdiğin tüm insanları tek vücuda hapsedip, seni karşılarında yalnız bıraktığı an. Hepsinin aynı olduğunu düşünmeden o girdaba girdiğinde, her bedende aynı yüzü görmen, ne üzücü. Dostunun her zaman yanında olduğunu sandığında aslında başından beri yalnız olduğunu anlaman ne kötü. Ne kötü acına ağlayanın içinden gülmesi. Ne kötü senin için ağlayanın artık her zaman sana gülmesi. Ne yazık ona verdiğin emeğe, zamana, enerjiye.

Funda K. Bilgin

 

Ön yargılar vardır, kırılmaz, çelik gibidir bükülmez. Hiç değişmez, her zaman aynı kalır. Göze perde olur, gerçekleri göstermez. Ön yargı vardır, sese kulak tıkar, söylenenleri dinletmez. Ön yargı vardır, sevdiğimizi bile bize daha az gösterir. Her geçen gün çoğalsa bile O, eksik gösterir. Ön yargı vardır, sebepsiz gelip oturuvermiştir zihnimize, hayatta bizi köşeye sıkıştırır, gördüğümüzü bazen eksik, bazen olduğundan çok gösterir. Ön yargı vardır, normalde herkes gibi olanı bize yanlışmış gibi gösterir. 

Ön yargı vardır kırılmaz kayalar gibidir, dağılmaz, parçalanmaz. Her an her yerde yanımızda duruverir. Bazı sözleri söyleten, bazı bakışları atan odur aslında. Bize sevdiğimizden, güvendiğimizden gelen bazı güzel sözlerde, verilen sözlerde gizlice yatar, sinsice durur görünmeden. Süslenen sözlerin ardına gizlenip, inancı, güveni kendine maske yapar. Önyargı vardır, aslında görünürde yoktur, kendine esir aldığı insanda parazit gibidir. Görünmeden onunla beslenir, onunla beslenirken görünmez.

Ön yargılar kelimelerde gizlidir, sözcüklere gizlenir, bazen bir bakışa, cümleye bürünür, bazen bir kahkaha olur. Hayata gelen en aldatıcı, en tuzak duygudur. Olumsuz ön yargı ile olumlu ön yargı, farklı kişilerde bir araya gelince, istediği olur olumsuzun. Kandırır, oyalar yoluna devam eder. Çok sinsidir, gülen yüzlere gizlenir, sevilen kişilere yerleşip, parazit gibi yaşar.

Bazen ise çok doğal gelişiverir, bir annenin, çocuğuna sen çocuksun ön yargısı, bir türlü kırılmaz,20 yaşında bile ona sanki çocukmuş gibi baktırır. Bir babaya, kızını, yetişkin bir kadın göstermez. 

Ön yargılar vazgeçemediğimiz yüklerimizdir aslında, sinsice sırtımızı kambur yapan…

Funda K. Bilgin

Kimi günler vardır; çocukluğun neşesinde içine sığamadığın ve kimi anılar vardır; ara sıra uğrayıp dinlendiğin, gülümseyip coştuğun, dibindeyken içinden taştığın.... Bir de bayramlar vardır ki çocuk olmak istediğin, inceden hüzne gömüldüğün. Hani "Nerede O eski Bayramların Tadı?" dediğin...

Her bayramda rastlarsınız bu soruya; yetişkinlerin yüzünde, dilinde ya da gözlerinde...Ne var ki hepsi bilir aslında gerçeği; değişenin bayramlar olmadığını ve inceden hüzün veren suçlunun eskitilmiş ruhlar olduğunu...

Zamanla birlikte, getirdiklerine de yorumumuz değişmiştir. Beklentilerimiz, heveslerimiz başka başkadır artık. En önce "O" çocuk saflığı tadındaki bakış açımız yoktur. Şekerler, harçlıklar ve bayramlıklara sevinemediğimiz dönemi yaşıyoruzdur şimdilerde ve bayram sabahı erken kalktığımızda planladığımız; bir an önce geleneksel kutlama törenlerini tamamlayıp, dinlencelerimizin tadına varmaktır. Niyetlerimiz çocuk kalbi saflığında değildir artık. O taze kalplerdeki yeni bayramlıklar heyecanı için büyümüşüzdür.

Gezmeler, tozmalar bizim için; şeker-harçlık toplama, toplananları sayma, hasılatı yarıştırma hedefinden çıkmıştır çoktan. Artık her evde duyduğumuz çeşitli kolonya kokuları; o ev sahibinin sevecenliğini ölçmemizi sağlayamayacaktır. Düşünmeyiz bile artık bunları, başka şeyler vardır kafamızda. Planlar, yetişmemiz gereken başka evler... Farklı şekerleri keşfetme heyecanı, hevesi donmuştur içimizde. Artık verilen şekere göre gittiğimiz ev ahalisinin maddi durumu için; kafamızda pay biçeriz. Bilgimiz dâhilindeyse de eğer karakter analizimize yardımcı olur bu. O ev sahibinin, ne kadar cömert, ne kadar cimri olduğuna karar veririz. Ya da hiç umursamaz, bakmayız bile ikram edilenin ne olduğuna. Küçük şeylerdir bunlar bizim için, çocukçadır...

Artık bayramlar için de bilinçlenmişizdir. Büyük geliriz... Kimimize yük gibi gelse de gelenek korunsun diye bizden daha büyükleri ziyaret eder; çoğunlukla nezaket olsun diye kabul ederiz şekerleri ve benzer ikramları. Kısadır; katlar, evler, sokaklar arasındaki ziyaretler... Beşer dakika ayrılır, sıraya konulur, planlar yapılır... En büyükten başlanmalı, sıra bozulmamalıdır. Ayıptır, gücenilebilir, laf edilir büyükler arasında. Mantıksız istikametler söz konusu olsa da plan korunmalıdır! Kurallar vardır, biz yetişkinlerin uydurduğu yıkılmaz kanunlar(!)

Bayramlar değişmedi aslında siz bilinçlendiniz(!) Siz büyüdükçe bayramlarınızı da büyüttünüz. Kendi hayallerinizi bilinçleriniz doğrultusunda sınırlandırdığınız gibi yaptınız bunu. Siz, İnsanoğlu! gerçek için bilinçli, mutlu olmak için fazla hayalcisiniz. Mutluluk; bir çocuğun heyecanla, bayram sabahı erkenden kalkıp, bayramlıklarıyla donanması, şeker-harçlık toplamak hevesiyle koşuşturması kadar basittir. Çocuk, beklenti-dilekleri için yüreğiyle öper büyüklerinin ellerini. Karşılığını aldığı zaman ise; bayram bayram gibidir onun için... Peki! Siz, mutluluktan nasıl bir bayram dilerdiniz?

Esin Erdoğan