Disneyland parkları, eğlence kültürünün çok güzel bir halkası olarak ziyaretçilerine unutamayacakları anlar sunuyor... Ben de son derece etkilenmiş birisi olarak Disneyland'da geçirdiğim bir günü sizle paylaşmak istedim.

Bu yazıda Disneyland Paris hakkinda ulaşımdan içeride ne yenire kadar birçok konuda sizlere bilgi vermeye çalışacağım. Umarım dünyanın başka ülkelerindeki parklara da gider, oraları da anlatırım :)

Ulaşım
Paris merkezden Disneylan’a tren ile çok rahat gidebilirsiniz. Herhangi bir noktadan aldığınız en basit Paris haritasında bile Disneyland Paris’e ulaşım bilgisi yer almaktadır. Disneyland’a “Nation” tren istasyonundan 10-15 dakika aralıkla düzenli tren var. Yolculuk aşağı yukarı yarım saat kadar sürüyor. Ayrıca sabah saatlerinde de disneyland’ın kendi otobüsleri de rahat bir ulaşım imkanı sağlamakta. Otobüslerin hareket saatleri ve ücretleri için Disneyland’ın resmi internet sitesinde daha ayrntılı bilgi bulabilirsiniz. Fakat en ekonomik ulaşım tren ile, ayrıca sık olması da güzel bir avantaj. Sabah erken saatlerden gece yarısına dek gidiş ve dönüşte bu ucuz yolu tercih edebilirsiniz. Hatta akşam dönüşte tren tercih etmek daha mantıklı olabilir, çünkü otobüsler kapanış saatinden bir kaç saat önce hareket ediyor ve eminim son saniyeye kadar içeride kalmak isteyeceksiniz. Hatta kapatıyoruz artık diye sizi zorla dışarı da çıkartabilirler :)

Trenden indikten sonra zaten her yerde Disneyland tabelalarını göreceksiniz, kalabalığı takip etmek daha kolay olabilir tabiki, emin olun herkes oraya gidiyor.

Gitmeden Önce Yapılacaklar

Eğer esnek bir tatil programınız varsa herşeyden önce internetten haftalık programı kontrol edin.  Bazı günler özel gösteriler olmakta, bunları kaçırmayın derim. Ayrıca kapalı olan oyuncakları falan da sitede görebilirisiniz.

Öncelikle oyuncaklara binerken eşyalarınızı koyacak dolap vb gibi bir yer yok, yani sürekli yanınızda olması gerekiyor. Bu nedenle yanınıza hafif ve çok büyük olmayan bir sırt şantası almanızı tavsiye ederim. Zaten oyuncaklara çantanız ile binebiliyorsunuz. Ancak birçok oyuncak sizi everip çeviriyor, yerden yere vuruyor, defalarca takla attırıyor olduğu için fermuarlı, yani sağlam bir şekilde kapanabilen bir çanta alın yanınıza. Genelde ayaklarınızın altına aldığınızda sorun olmuyor. Eğer düşük maliyetli bir tatil hedefindeyseniz  tekrar konuya gireceğim ama yanınıza ekmek arası birşeyler, bisküvi, çikolata tarzı şeyler de alın. Bir de küçük bir pet şişe alabilirsiniz. İçeride yiyecekler biraz pahalı. Etrafta da birçok çeşme var ve suyu içilebiliyor. Pet şişenizi bittikçe doldurabilirsiniz, molalarda ya da sırada beklerken yanınıza getirdiklerinizi atıştırabilirsiniz. Saklamanıza gerek yok, içeriye yiyecek sokmak serbest.

Giriş ve Biletler

İlk olarak güvenlik taramasından geçiyorsunuz, çantanızı falan inceliyorlar. Daha sonra da biletler için ayrı bir sıraya girmeniz gerekiyor. Ama çok fazla gişe olduğu için pek sıra olmuyor. İçeride 2 ayrı park var: Walt Disney Studios ve Disneyland Park. İkisi için de ayrı bilet almanız gerekiyor. Ben 2012 yazında gittiğimde iki bilet için 70 euro vermiştim. Bu biletleri kesinlikle çok iyi koruyun, manyetik şerit içerdikleri için kırıştırmadan, yırtılmayacak şekilde muhafaza edin. İleride daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim ama özellikle Fastpass alırken gerekli, ayrıca parklara giriş çıkışta mutlaka soruyorlar. Biletlerle birlikte size harita da veriyorlar, ancak 20 farklı dille hazırlanmış bu haritalarda Türkçe yok. Haritalarda bütün oyuncaklar hakkında kısa bilgi, restoranlar, yemek fiyatları, oyuncakların seviyeleri gibi bilgiler var. Ayrıca size günün programını da veriyorlar, bu programı çok dikkatli incelemenizi öneririm. Gün içinde farklı yerlerde farklı etkinlikler oluyor, bazen geçit töreni, bazen çılgın arabaların gösterisi vb. Eğer geç kalırsanız ya da yer kalmazsa giremezsiniz. Günlük eğlence planınızı yaparken bunu da göz önünde bulundurun. Biletleri aldıktan sonra içeride bütün oyuncaklar ücretsiz, sadece oyuncağınızı seçip sıraya girmek kalıyor size. Herhangi bir kontrol vb olmadığı için aynı oyuncağa defalarca binebilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken önemli nokta Walt Disney Studios daha erken, yaklaşık 7:30 civarında kapanıyor, bu nedenle planınızı yaparken kapanış saatlerine de dikkat etmeyi unutmayın.

İçeride Sizi Neler Bekliyor?

En temel olarak 2 farklı park olduğunu söylemiştim: Disneyland Park ve Walt Disney Studios. Disneyland parkın içinde de farklı temalar için ayrılmış bölgeler bulunmakta. Park içinde park bir nevi...

Disneyland Park’ın içinde Main Street, Fantasyland, Frontierland, Adventureland, Discoveryland alanları bulunmakta. Adlarından da anlaşılacağı gibi kimisi teknolojik bir alan, kimisi vahşi batı, kimisi rüyalar ülkesi. Her alanın içinde oradaki temaya uygun oyuncaklar, yürüyüş yolları, hediyelik eşya dükkanları ve restoranlar bulacaksınız. Beni en çok hayran bırakan kısımlardan birisi de bu aslında. Mesela Adventureland’a girdiğinizde kendinizi Indiana Jones gibi hissediyor, etrafta filmden sahneler görüyorsunuz.  Yiyecek konusunda da aynı, Discoveryland’da uzay burger yerken Frontierland’da Meksika yemekleri bulabilirsiniz. Walt Disney Studios, adından da anlaşıldığı gibi film endüstrisinden bol bol örnekler içeriyor. Turlar ile film setlerine girebilir; uzay geminize göktaşı çarpacak, aracınızla giderken üzerinizde bombalar patlayacak, tonlarca su başınızdan aşağı dökülecek... ve sonra bunların nasıl yapıldığını göreceksiniz. Ancak sunumlar İngilizce ve Fransızca.

Her parkta ve alanda oraya özgü farklı seviyelerde oyuncaklar bulunmakta. En çılgınından en basitine kadar... Haritada oyuncağın tipine göre bütün oyuncaklar renk kodlarıyla da işaretlenmiş. Bu nedenle hangi oyuncak bana göre diye çok düşünmenize gerek kalmıyor.  Ayrıca bazı oyuncaklarda boy şartı aranıyor, özellikle çocukların boylarını kontrol edip alıyorlar, eğer 1 cm bile kısa gelirse çocuk kesinlikle alınmıyor. Bütün oyuncaklarda otomatik fotoğraf makinaları var, en çılgın anlarda, ağzınız bağırmaktan yırtılmak üzereyken ya da korkudan bembeyaz olmuşken çekilmiş fotoğraflarınızı çıkışta satın alabilirsiniz. Fiyatını net hatırlamıyorum ama 10 euro civarındaydı.Her alanın kendine göre güzelliği var, vakit ayırabilirseniz hepsini görmenizi tavsiye ederim. Perili evlerden, altın madenlerine kadar her şey o kadar güzel modellenmiş ki vakit gerçidikçe hayal ile gerçek arasındaki keskin çizginin biraz silinmeye başladığını hissedeceksiniz.

Büyük Gök Gürültüsü Dağı (Big Thunder Mountain)

Büyük Gök Gürültüsü Dağı (Big Thunder Mountain)

Diğer bir konu da alışveriş ve hediyelik eşyalar. İçeride bütün Disney kahramanlarıyla ilgili giyisiden oyuncağa, anahtarlıktan rozete envayi çeşit şey mevcut. Bütün yaşlara uygun birşeyler bulmak mümkün. Bir anı olsun ama ucuz olsun diyen herkes Miki kulakları alıyor. Gerçi ucuz dediğime bakmayın, o da 8-10 euro civarında... Basit bir anahtarlığın bile 4-5 euro olduğunu görünce hayallerinizi biraz ertelemeyi de düşünebilirsiniz :) Ancak  çocukları ile giden aileler hele ki çocuk küçük yaştaysa büyük ihtimalle daha ilk gördüğü oyuncaktan itibaren ciddi bir ağlama krizi içinde bütçenizi zorlayabilir.  Ne yalan söyleyeyim, pahalı olmasa bir Toy Story’den Woddy ve Buzz, Yıldız Savaşlarından bir uzay gemisi alırdım :)

Bilim bakalım bu hangi film ve oyundan?

Fanatikler bunun hangi filme/oyuna ait olduğunu anında bilirler sanırım :)

Fast Pass Nedir?

Oyuncaklarda 2 tane sıra bulunuyor. Bir tanesi süreden bağımsız, istediğiniz zaman girip bekleyebileceğiniz bir sıra, diğeri de zamana bağlı bir sıra. Zamana bağlı sırada, biletinizle önceden aldığınız bileti kullanarak daha az bekleyerek oyuncağa binebiliyorsunuz. Bu süreli bilet alarak giriş olayına “Fast Pass” diyorlar. Özellijkle çok talep gören oyuncakların girişinde Fast Pass bileti alabileceğiniz makinalar bulunmakta. Park giriş biletinizi kullanarak buradan oyuncak için bilet aldığınızda size belli bir aralıkta sıra veriyor. Biletin üzerinde oyuncağa binmek için o bileti kullanacağınız saat aralığı belirtiliyor. Mesela 10:00-10:30, bu aralıkta fast pass sırasına girerek çok daha az bekleyerek oyuncağa binebilirsiniz. Ancak burada dikkat etmeniz gereken konu aç gözlülük yapıp hepsinden bilet almak isterseniz sistem sizi durduruyor, yani bir oyuncak için sıra aldığınızda o saatte başka bir oyuncak için sıra alamıyorsunuz. Bu nedenle bir plan yapmadan her önünüze gelen oyuncaktan Fast Pass almayın. Zaten aletlerde bir sonraki hangi saatler için Fast-Pass verileceği yazıyor, bilet almadan önce bunu da kontrol edin. Çünkü bazen saat 4 te sıra verileceği yazarken normal sırada az insan olduğunda saat 4 e kadar beklemek zorunda kalmayabilirsiniz. Özellikle bir oyuncaktan diğerine olan yürüyüş sırasını mutlaka dikkate alın. Ayrıca FastPass biletleri sınırlı sayıda, bu nedenle çok geç de kalmamak gerekiyor.

Yiyecek – İçecek

Daha önce de bahsettiğim gibi içeride her bölgede o bölgeye özgü mutfakları bulmanız mümkün. Buna ek olarak “Fast Food” tarzında hamburger, sınırsız pizza vb olan yerler de var. Aralarda gezerken atıştırmak için pamuk şeker, patlamış mısır tarzı şeyleri de etrafta görebilirsiniz. Menüler biraz küçük ve en ucuzu genelde 10 euro. En az 2 öğün yemek yiyeceğinizi de düşünürseniz bazen sadece yemeğe bile 30 euro’ya yakın para harcayabilirsiniz. Ancak dışarından yiyecek getirebiliyorsunuz. Benim gördüğüm kadarıyla özellikle birkaç çocuklu aileler genelde kendi getirdiği yiyecekleri yiyordu. Bu nedenle içeri girmeden önce en yakındaki marketten çekinmeden çantanızı doldurun. Park dışında normal restoranlar da var ancak gidip gelmek zaman kaybı, ayrıaca Paris geneli ortalama olarak daha pahalı olduğu için siz tavsiyeme uyun, bir iki tane ekmek arası da hazırlayın :)

Özet olarak...

Disneyland Paris hem merkeze yakın olduğu, hem de son derece farklı ve elenceli bir deneyim sunduğu için Paris’e yolu düşen herkesin mutlaka görmesi gerektiğini düşündüğüm bir yer. Girerken veya girmeden ne kadar para harcayacağınızı düşünüp biraz canınız sıkılsa da çıkarken, çocuğunuz yoksa mutlaka çocuklarımı da buraya getireceğim diye kendinize söz vererek oradan ayrılacaksınız.

Küçük bir anıyla yazıyı bitirelim: Akşama kadar en çılgın oyuncaklarda ordan oraya savrulduktan sonra sanırım vücut ani ivmelere karşı kendini hazırlamayı öğreniyor.  Trende şehir merkezine doğru ilerlerken azıcık hız değişimi olduğunda ya da tren dönerken kalp atışınız hızlanıyor, yorgunuluğun da etkisiyle yarı uyur vaziyetteki beyniniz şimdi takla atacağız, şimdi savrulacağım diye bütün vücuda işaret gönderiyor. İstemeseniz de biraz geriliyor, sonra normal trende olduğunu anlayıp rahatlıyorsunuz... Eğlence eve dönüş treninde de devam ediyor yani :)

Geçit Töreni

 Günün sonunda yapılan geçit töreninden...

Bu bölümü çocuklarınıza okutmayın :)

Eğer canınız sıkılıyor ve biraz heyecan arıyorsanız bu oyuncakları kaçırmayın:
•    The Twillight Zone Tower of Terror
•    Space Mountain: Mission 2
•    Indiana Jones and the Temple of Peril (en yüksek boy sınırı bu oyuncakta)

Buraya benim en beğendiğim 3 oyuncağı yazdım ama genel olarak bakacak olursak en çok Adventureland’da eğlendiğimi söyleyebilirim. Bazı oyuncaklar hakkında daha ayrıntılı yazılar hazırlıyorum. Yakında onları da ekleyeceğim.

The Twilight Zone Tower of Terror

Arkamdaki kocaman bina Alacakaranlık Kuşağı, Terör Kulesi (Twilight Zone Tower of Terror)... Gerisini siz düşünün artık...

Paris’e giderseniz; bu geziden, hafızalarınızdan silinmeyecek birçok anıyla dönersiniz. Paris’te güzel bahçeler, parklar içinde gezerken tarihi bir binaya ya da güzel bir heykele rastlamanız an meselesi. Güneş ışıklarının içinizi ısıttığı bir günde gezinirken, çimlere şöyle bir uzanıp; gözlerinizi kapayın ve geçmişe bir yolculuk yapın. Ardından gözlerinizi açtığınızda, etraftaki binalara göz gezdirdiğinizde bir de görürsünüz ki, hala geçmiştesiniz.

Bu şehirdeki sokaklar ve caddeler oldukça geniş. Şehrin alt yapısı 1800’lü yılların sonlarında tamamlanmış. III. Napoleon zamanında şehrin imarı ve şehir planlaması, Baron Haussmann’ a yaklaşık 20 yılda yaptırılmış. Napoleon, halk arasındaki popülerliğini arttırmak ve bir bulvarın köşesinden bakıldığında; ara sokakların da görülerek, denetlenebilmesi için kenti birbirinin aynı olan bulvarlar ağıyla donatmış. Geniş sokak ve caddelerin, o zamanlara ait ulaşım taslağı beni gerçekten imrendirdi.

Mimari

Paris’te evler küçük ve pahalı, evlerin balkonu ise doğal olarak Fransız balkonu şeklinde. Buradaki birçok yapının iç ve dış mimarisi çok etkileyici. Mağazaların vitrinleriyse; her biri kendine has dekore edilip, ürünler özgün tasarımlarıyla müşterilere sunulmuş.

Turistik bir kent olmasından mıdır yoksa Fransızların tuvalet alışkanlıkları yüzünden midir bilinmez, Paris’e bol bol ücretsiz olarak kullanılan portatif tuvaletler konulmuş. Paris’te ne yazık ki sokağa tuvalet yapmak yasak değil; ne yazık ki diyorum çünkü tarihi bir binanın bahçesinde hayran hayran gezinirken, bu gezinizde keskin kokular da size eşlik edebiliyor.

Gezilecek yerler

Paris, 3-4 gün içinde gezilebilecek bir şehir değil ama daha fazlası da insanı yorabilir gibi geliyor bana. Büyük müzelerin, bir günde ve etraflıca gezilmesi zor…

Paris’in en güzel parkı denilen Luxembourg Park, gerçekten çok hoş.

Biz, bebeğimizle birlikte ancak Eiffel kulesinin 2. katına çıkabildik. Oradan bile manzara gerçekten muhteşemdi. Bir de çıkabilmek için uzun kuyrukları beklemeseniz her şey daha da keyifli olacak…

Seine Nehri turu, Saint Germain Kilisesi ve Disneyland turu tavsiye edilen turlardan. La vale outlet centerda 100’e yakın ünlü markanın mağazası var ve şehir merkezine 45 dakika mesafede. Fiyatları önceden biliyorsanız, outlet centera gittiğinizde, kozmetik alırken duty free mağazalarıyla kıyaslayarak nereyi tercih edeceğinize karar verebilirsiniz.

Paris’te gece hayatında ayrı bir önemi olan, Moulin Rouge’da yapılan ünlü şova gitmek istiyorsanız, çok önceden bilet alıp gitmelisiniz. Aksi halde, bilet bulmanız mümkün değil. Bunun dışında, Lido Gösteri Merkezi’nde izleyebileceğiniz güzel bir kabare de mevcut. Her iki kabarenin fiyatı için yaklaşık 100 € ayırmanız gerekiyor.

Size, gezmeden gelmemenizi önerebileceğim bir yer de opera binası. Gerçekten güzel bir tarihi bina, şayet opera seviyorsanız bu sanatın sadece bu binada hakkıyla icra edilebileceğini düşünebilirsiniz.

Notre Dam Katedrali ise yine görülmesi gereken yerlerden birisi… Binanın içi büyüleyici atmosferiyle; ilahi dünyayı insana yaşatan, kutsal bir mekân… Binanın dışına yapılan heykeller ise cennet ve cehennem olgusunu insana aynı anda düşündürüyor.

Şehirde, çeşitli yerlerde gördüğümüz Jane Dark heykelleriyse bana bu genç kızın kahramanlık dolu ama sonu hazin biten hikâyesini tekrar hatırlattı. Geçmişte yargılanarak idam edilen bir insanın, günümüzde kahraman bir azize ilan edilmesi o kişiyi daha da unutulmaz kılıyor.

Ressamlar Tepesi ve orada yaşadığımız küçük sürpriz

Dümdüz sayılabilecek bu harika şehirdeki Ressamlar Tepesi’ne, bebek arabasıyla tırmandık. Karakalemle resmimizi çizmeyi öneren ressamlardan biri, bizi Türkçe konuşarak cezbederek bebeğin resmini 20 € ya çizmeyi kabul etti. Çizim sırasındaysa Türkçe şarkılar söyleyerek bebeğimizi oyaladı. Biz bu duruma şaşırıp da merakımızı yenemeyince bize, yaşamış olduğu kısa Türkiye macerasını anlattı. Yaşı bir hayli ilerlemiş olan bu ressam beyefendi 1960’larda bir- iki sene kadar İstanbul- Şişli’de yaşamış. Öğrenci olarak geldiği İstanbul’da bir Türk kızına âşık olmuş. Bu aşk yazık ki uzun sürmemiş ve ülkesine dönmüş.

Hikâyesi gerçek midir bilinmez ama ben Fransız delikanlısının, güzel bir Türk kızına âşık oluşunu konu alan romantik bir filmi çoktan zihnime, o anlatırken kaydettim. Ressamlar Tepesi’nde güzel bir kilise ile güzel kafeler var. Kafede yemeğinizi yerken, bir müzisyenin elinden çıkan güzel melodileriyle ruhsal olarak da beslenebilirsiniz. Bu tepeye akşam gitmenizi öneririm. Tepenin ışıl ışıl bir sokağında gezerken bazen kendinizi Türkiye’nin batı sahillerindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.

Yiyecek ve içecek

Güzel caddeler ve sokaklar her yaştan insanla dolu. Çok sayıdaki kafenin kaldırımlarına konulan masa ve sandalyeler ile harika bir atmosfere oturduğunuz yerden tanık olabiliyorsunuz.

Paris’te yeme-içme biraz pahalı. Su bile bazı yerlerde 4-5 €’ya kadar çıkabiliyor. Neyse ki musluk suyu içiliyor ve kafelerde ücretsiz musluk suyu siparişi verebiliyorsunuz.

Restoran ve kafelerde gelen hesaba % 15 servis bedeli de dahil edildiği için bahşiş vermenize gerek kalmıyor. Tabi siz, ben çok memnun kaldım ve biraz daha bahşiş vereceğim derseniz o başka…

Yemeklere gelince; gittiğiniz kafelerde genelde menüler birbirine benziyor. Menülerin ana yemekleri: Ördek, domuz eti, kuzu eti, antrikot, tavuk ve somon. Et ve tavuk siparişi verirken bir iki küçük ama önemli noktaya dikkat etmek gerekiyor. Mesela domuz eti tercih etmiyorsanız, etin ne eti olduğunu özellikle sormanız, eti ve tavuğu kemikli istemiyorsanız bunu özellikle belirtmeniz, eti iyi pişmiş seviyorsanız özellikle vurgulamanız gerekiyor. Bu ayrıntılar genel olarak yurt dışında aklımızda tutmaya çalıştığımız küçük ama bizim için önemli ayrıntılardandı.

Salata soslarını ve deniz ürünleri salatalarını çok beğendik. Ekmekleri, sufleleri, tartları da güzel… Paris mutfağında, dondurmalı meyveler ve dondurmalı tatlılar da yaygın tatlılardan. Macaron dükkânlarının fazla olması ve vitrinlerdeki rengârenk sunumları dikkat çekici. Bu konuda usta oldukları her hallerinden belli oluyor. 

Sosyal yapı ve insanlar

Paris insanı giyimine oldukça özen gösteriyor. İnsanların, özellikle ayakkabılarını çok beğendim. Biz, Paris’e sonbahar başında gittik. O mevsim de bile önü açık, bileğe doğru çizme şeklini alan hoş ayakkabıları bir hayli gördük.

Paris’i gezerken yaşanan tek sıkıntı, kaldırımlarda yürürken solumak zorunda kaldığınız sigara dumanı. Bu şehirde sigara içenlerin sayısı hiç de az değil. Fakat biz bebek arabasıyla geçerken, sigara içenler şöyle bir toparlanıp bebeğe dumanın gitmesini önlemek için bir iki hamle yapıyor hemen. Sigara içmelerine rağmen bu konuda, büyük duyarlılık göstermeleri güzel…

Paris’in insanlarına dair, güzel izlenimlerim oldu diyebilirim. İngilizce bildikleri halde konuşmuyorlar düşüncesine ben pek katılmıyorum. Bazı kafelerde, yemekler hakkında bize bilgi vermek için ellerinden geleni yaptılar. Bu çabalarına rağmen insanların, pek de İngilizce bildikleri söylenemez.

Müze görevlileriyse, bebek arabasını görür görmez hemen asansörün yerini tarif edip, bize yardımcı oldular. Paris insanı kibar ve medeni, yayaya yol vermeye özen gösteriyor. Bebek arabasının gitmekte zorlandığı yerlerde; kadın- erkek demeden birçok insan, hemen el atıyorlar yardım etmek için. Mesela Louvre Müzesi’nde sonu gelmeyecek gibi görünen bir merdivenin başındayken, en alt merdivenden beni gören bir genç kızın koşarak yanıma gelmesi ve arabaya hamle yapmasına çok şaşırdım doğrusu.

Bayanlara, bebeklere karşı gösterdikleri sevecen ve yardımsever yaklaşım beni, hayalini kurduğum bir medeniyet seviyesiyle karşılaştırdı.

Paris insanı da bizim gibi bebekleri seviyor: Eğlenmeye ve oyuna dünden razı bebeğimizi, değişik seslerle eğlendirmesini bildiler her zaman.

Önemli notlar

Biraz da tur rehberimizin bize güvenlikle ilgili yaptığı uyarıları size aktarayım: Paris’te yüzük olayı denen bir olay var, biz rastlamadık ama bilinmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Özellikle roman vatandaşların bir oyunuymuş bu. Yabancı olduğunu anladıkları kişilere yaklaşıp; yere eğilip kalkarak, “bu sizden düştü.” diyip; size bir yüzük uzatıyorlarmış, eğer siz ilgilenirseniz de, sizden yüzüğün parasını istiyorlarmış. Böyle bir durumla karşılaşırsanız hiç oralı olmadan, önünüze dönüp gitmeniz tavsiye ediliyor.

Paris’teki hırsızlık olayları da Avrupa’daki ekonomik krizle birlikte artış göstermiş. Bunlar duyduklarımız ancak, akşamleyin bile ben, eşim ve bebeğimiz rahatça gezdik, metroda dahil herhangi bir yerde böyle bir sorun yaşamadık.

Geçmişle, şimdinin aynı düzlemde birbirine geçtiği; tarihle modernizmin birleştiği, hayaller ve romantizmin başkenti Paris sizi bekliyor.

Yazar: Funda Bilgin